FUKAHA-İ KİRAMIN NAKİLLERİNİN

HULASASI VE BA’ZI İZAHAT

 

İZAH

 

         Sünnet-i müekkedeyi işlemekle mükellef olduğumuzu inkar büyük tehlike olması, bu meselenin icma’ı ümmetle sabit olmasından ve dinin zaruriyatından bulunmasından ileri geliyor. Yani sünnetin de ahkam-ı şer’iyyeden biri olup, onunla amel ile de mükellef bulunduğumuz hakkında bütün ulemayi din yani her asırda bulunan müctehidler müttefik bulunduklarından ve bunun dinde muteber olduğu havas ve avamın yani tahsil görmüş ve görmemiş bilumum müslümanların malumu olan bir mesele olduğundan ileri geliyor.

         Mesela beş vakit namazın evvelinde ve aharinda sünnetler kılınıyor. Bunların sünnet olduğunu ve kılmakla mükellef olduğumuzu, namazı bilenlerin hepsi biliyor. Yalnız farzı kılıp da çıkıp gitmiyorlar, sünnetleri de kılıyorlar. Bazı maslahata mebni, bazı sünneti kılmadıklarında, Cenab-ı Hakka karşı bir arz-ı mahcubiyet edip de öyle çıkıp gidiyorlar. Ve başka biri bir sünneti terkettiğinde bu adam sünneti terediyor diye darılıyorlar.

         Şu halde sünnetin de farz ve vacib gibi teklif olunan şer’i hükümler cümlesinden olduğunu herkes biliyor. Sünnet olduktan sonra hepsinin hükmü de bir olacağı tabiidir. İster namazın içindeki sünnetler olsun, ister dışındaki sünnetler olsun, ister abdestin sünnetleri olsun, sünnet oldu mu hepsinin hükmü birdir ve böyle olduğunu herkes bilir.

         Dinin zaruriyatından olan bir şeyi inkar; büyük tehlike demek, havas ve avamın, yani bilunun müslümanların, dinde muteber olduğunu bildiği bir meseleyi, inkar; büyük tehlikedir demek olunca, sünnete riayetle mükellef olduğumuz da herkesçe malum bir mesele iken namazda kıraetin sünnet miktarını duyunca sünnetle amel ne lazım, sünnet terkedilse ne çıkar demesi, sünnetle amelin meşruiyetini inkar ve sünneti hakir gönmek demek olup, hatar-ı azime, düşmüş olduğuna hükmetmek iktiza eder. Halbuki şöyle bir şey de varid-i hatırdır. Bazı kimseler alıştığı bir şeyi , alışkanlık belası onu iyi görmek ve onun hata olduğunu işitince bildiğinden değil; alışkanlığının tesirine mağlub olarak hemen onu müdafaa etmek de ister, iki tarafına bakar, kendi gibi alışkan olanları da çok görüce sanki onlardan bir fayda olacakmış gibi onlardan cesaret alarak hatırına geleni söyler. Mesela namazlardan kıraetin sünnet mikdarı epay bir zamandan beri unutulmuş, terkine ülfet hasıl olmuş, bunun sünnet olup şer’an riayet edilmesi matbul ve terki menhi olduğunu işitince alışkanlık saikasiyle sünnetle amel ne lazım, terkinden ne çıkar da diyiverir. Bunun böyle demesi, sünnetle amelin meşruiyetini inkar ettiğinden ve sünneti hakir gördüğünden değil, belki düşüncesizliğinden ve alışkanlığına mağlubiyetinden ileri geliyor, bilahare düşündüğünde bu sözüne nedamet eder.

         Şu halde bu sözün alelıtlak hatr-i azim addedilmemesi daha münasib gibi görünüyorsa da ulemayi kiram ittifakla dinin zaruriyatından olan yani dinden olduğu herkesce malum olan bir şeyi inkar, te’vil kabul etmeyip doğrudan doğruya hatar-ı azim olduğuna hükmetmişlerdir.

         Şu halde hakikat, meseleye vukufu olmıyanlar, bu sözleri dinlerken, basiret üzere bulunmalıdırlar. Alışkanlığı mağlub olarak, devre bir hüküm verip tehlikeye basmamalıdırlar. Acele etmeyip, tamamen dinledikten ve delillerini iyice tetkik ettikten sonra, ilmi ve fikri bir kanatine binaen ; hüküm vermelidirler. Böyle ilme ve fikri bir kanaate binaen verilen hükümler, makus bir  hüküm olsa bile sahibi Cenab-ı Allahın yanında hatar-ı azine düşmüş olmaz, mazur addedilir.